telsizime bakıyorum. haftalar geçti. en son konuşmam diğer bekçi ile oldu. bir his, o konuşmanın bana dünya üzerindeki kaygılı iki ayaklarla olan nihai irtibatımın ve benim bu dört camlı kulemde yalnızlığa terk edilişimin nişanı olarak belli etti kendini, yakama oturdu. son cümlesi “üzgünüm.” oldu telsizin öbür ucundaki kadının. biten bir dünyaya, benim dünyama üzgün olmanın gereksizliğini düşündüm. bir düşecek olsam şu camların ortasından, yok olacak dertleri, insanları ve bir anda hiçe dönüşecek, hiç yaşanmamış varsayılacak hayatları duyumsayacaktım. son duyumsadığım şey, her şeyi öldürecekti.
halat, düdük –artık kime ses duyuracaksam- isveç çeliği bir bıçak, birkaç kumaş parçası ve kurutulmuş meyvelerle dolu çantamı alıp sırtıma taktığımda direkt merdivenlere yöneldim. dışarıya gidiyordum, daha fazla yazıp kendimle konuşarak vakit kaybetmemeliydim. tüm insanların öldüğü sahnede kendini ifade etmenin manası yoktu. oyun bitti, selamlayarak geçip gittiler ve bir tek ben oradayım hala. bir ara duyulmuş alkışlar belki de ormanın ücrasında devam ediyor yankılanmaya.
ıhlamur ağaçları arasındayım. kolumdaki pusulayı yırtarak söktüm dikişlerinden. son bir yön tayini için bakındım. o kuzeye biraz daha baksam boğulacaktım hiçliğin ortasında anlam denizlerini arayanlar gibi. baktığım kuzey bir şey ifade etmiyordu, biliyorum. gösterdiği kuzeye aldırmaksızın güneye doğru fırlattım, yabani otların arasına. artık kuzeyi bilmek bir işine yaramayacak ancak yine de gösterecek sonsuza dek. belki de yazmalıyım, diye düşündüm.
kısacık bir an sonrasında bıçağımı kınından çıkarırken buldum kendimi. ileride için için yanıyor söğüt dalları. kızıl güneş, kızıl orman. güneş öyle kudretli gezdiriyor ki ışınlarını çeliğin üzerinde; bu çeliğin boynumda açacağı bir oluk, oradan debisi yüksek fışkıracak kan ve onun kızıllığı tekmil bir temsile dönüşecek, biliyorum. dünyanın bütün kızıllarını toplayabilirim bedenimde, hem de tek bir hareketle. kızıla boyayarak yaşanmamış eyleyebilirim tüm akışı. yine de insanlığa bir senaryo çıkmalı. cebimdeki defter ve kaleme yazıyorum işte tüm olanları. tarih; 26 ağustos 1982. saati bilmiyorum fakat öğlen vakti. gördüğüm son şey bıçağım.
2 replies on “yanan ağaçlar”
Yazılarınla beni hissettiklerine yakın bir ruh hali içerisine sokabildiğini düşünüyorum. Okurken çok heyecanlanıyorum. Bir gün tanışabilmek ümidiyle.
teşekkür ederim! birnevi tanışmış olduğumuzu düşünüyorum. daha fazlasından haberdar olmak için sosyal medya hesaplarını takip etmeyi unutmayın. sevgiler!