düşüncelerim kafamda kendisine tutunacak birkaç yer bulunca göklerdeki güneş usulca dağların arkasına saklanıyor. düşünmeye başladıkça doğanın buna uyum gösterdiğini ve bu süreçte rahatsızlık vermemek için kendisini gizlediğini fark ediyorum. güneş, bir beyefendiye yaraşacak nezaketiyle ortalıktan çekilirken ben, kaba düşünceme geri dönüyorum.
büyük bir kararın arefesindeyim gibi hissettiğim çok olur, fakat bunlar yalnızca anlardan ibaret kalır. birkaç saniye sonra o kararı veremeyecek bir korkak olduğumla yüzleşir, sonra da korkumu itiraf etmemek adına kendime o kararı neden vermediğimi tasdik edecek çeşitli sebepler keşfederim. bugün, bu keşiflerimden birisini gururla sunabiliyorum.
düşüncemin kıvrıldığı yolları biliyorum. yolları kendimde paylamak ve bütünsel bir düşünce haritası çıkarabilmek adına birçok yolu birleştirmeye ve aralarındaki ulaşımı güçlendirecek yeni ara yollar inşa etmeye başlıyorum. bu köprüler ve bağlantılar var oldukça, kurduğum tüm yolların eninde sonunda beni bir çıkmaz sokağa yönlendireceğini sezinleyebiliyorum. bu çıkmaz sokağımın zamanla bir ilgisi olduğunu da biliyorum.
işte, yirmi üç yaşında, yollarının kenarlarında yabani otlar bitmiş bir adam. kinikleşmiş yol kenarı topraklarında idea tohumları hala görülebilen, hedefinin üzerinde, hedeften uzaklaşmaya yatkın bir umursamaz. çıkmazımı düşünüyorum. deneyimlerin önemi üzerine, erdem üzerine, yasa üzerine, duygu üzerine, anlık “öylelikler” üzerine, ölüm üzerine, akış üzerine. ve nihayet zaman üzerine!
şu anı duyumsuyorum. elimde tutabildiğim tek şeyin şu an olduğunu ve onu da her an ile birlikte kaybettiğimi hissediyorum. kaybettiğim anlar bütününe geçmiş, henüz kaybetmediğim anlara ise gelecek diyorum. şu anın varlığından ancak gerisin geri geçmişime baktığımda emin olabiliyorum, çünkü baktığım anda az önce elimde olduğunu bilmeden harcayıp üflediğim “şu anı” görüyorum. artık o da geçmişte. elveda hiç yüzleşemediklerim!
şimdi tekrar düşünüyorum. ben nasıl hedefimi tamamlayabilirim? yirmi üç senedir istediğim noktaya gelemediğim o geçmişimin karşısında, yalnızca elimde tuttuğumdan bile haberdar olmadığım ufak bir “şu an” tutuyorum. şu an içerisinde alacağım o büyük kararları geçmişimdeki yirmi üç yıl boyunca yıllanmış, istiflenmiş hataların ve başarısızlıkların karşısına nasıl koyabilirim? elimdeki bu uçmak üzere olan zerrenin karşısına tüm yaşantım geldiğinde, hangi güç benim bu zerreye olan inancımı sarsmaz ki? ben bunları düşünürken elimden yığınlar halinde “şimdiki an zerreleri” göç ediyor ve beni kolayca ezen geçmişimin topraklarında yine bana karşı savaşıyor. şimdiki an içerisinde alamadığım her büyük karar, doğduğum toprakların kuvvetlerine dahil oluyor. geleceğimden beklediğim destek ruhum bile duymadan elime konup geçmişime sürükleniyor.
bildiğim geçmiş, bilinemeyen gelecek ve bunların karşısında, tüm zayıflığı ve tek başınalığı ile şu an.
çıkmaz sokağımın keşfi ile en azından artık nereye girmeyeceğimi biliyorum. bunların bir faydası yok, diye düşünüyorum. güneşe en kibar halimi takınıp geri gelmesini salık veriyorum.
2 replies on “anın tek başınalığı”
Her yazınızı okuyorum.
çok teşekkür ederim buse, eksik olmayın!