-sorularında bir ümitsizlik görüyorum.
gözlerimi kaçırıyorum. bunun bir utanma duygusu olmadığını biliyorum, yalnızca gözlerimi başka bir yere sabitlemek durumundayım. aleksander ile konuşmalarımda bu his beni çevreler ve ışıksız kalırım. kendisi, akıllıca kurulmuş cümleleriyle beni köşeye sıkıştırdığını ve hakikatin hastalıklı noktasına parmağını geçirdiğini zanneder. oysa benim hissiyatım bunalmışlıktan ibarettir. aleksander, robert m. pirsig’in deyimiyle romantik kaçıyor, diye aklımdan geçiriyorum. dile getirdiğim soruların nedenlerinden ziyade sonuçlarıyla ilgilenir.
dile getirdiğim sorular! kafamdan geçen bu kelime öbeklerini sevdim. aramızdaki iletişimin bağlantı yoksunu olduğunu bu kelimeler tanımlayabiliyor mu? sahi, kelimeler neyi düşündüğümü tanımlayabiliyor mu?
-aleksi. ben sav üretmiyorum. kafandaki şu aristoteles zırvalarını çıkar. sana kendimden bahsediyorum.
kendimden bahsettiğimi söyledim. cümlemi bitirdikten hemen sonra bu konuda birçok şüphemin olduğunu da fark ettim. düşüncemi aktarma yolumu inceliyorum. yirmi dört harften oluşan ellinika. alt tarafı bir dil! yirmi dört harfi soyut karmaşalarla yan yana getirerek neyi anlatmaya çalışıyorum? bu dil benim için yeterli olabilir, peki aleksander için yeterli mi, bilmiyorum.
aleksander işlere romantik bakıyor demiştim. korktuğu şeyi ifade edemediği için onun dibine, en uçlara yerleşen bir adamdır o.
bu düşüncelerimi kendime itiraf ederken kullandığım kelimeleri niçin kullandığımı biliyorum. her kelimenin kuruluş ve sunuş aşamasında onlara kendi kültürel birikimimden, yaşanmışlığımdan, yargılarımdan ve can sıkıntımdan yeni anlamlar kazandırıyorum. bu kelimelerin üzerine bindirdiğim kişisel yükü aleksander’ın anlayamayacağını biliyorum. öyleyse bu yükleri bindirerek neyi hedefliyorum?
aleksander’ın bir süre sessiz kaldığının farkına varıyorum.
-neyse, önemli değil. birer kadeh daha?
elimi şaraba yöneltiyorum ve donakalıyorum. aleksi ben “neyse, önemli değil.” dedikten hemen sonra onun beni anlamadığı kanısına varmış olmalı. aleksi’nin en korktuğu şey yetememezliktir. şu anda kendisini benden daha aşağıda gördüğüne eminim. aleksi bu korkunun üzerine yerleşecek. ciddi korkular kimselere anlatılmaz ve üzerine de gidilmez. öyle ki, bu korkulardan haberdar değilmişiz gibi davranırız. kendimizle bile bunun üzerine hoşbeş edemeyiz. şimdiyse aleksi’nin en büyük korkusuna denk geldiğimi biliyorum. bu korkuyu gizlemek adına hamle yapacağını görebiliyorum.
-senin için önemli gibi duruyor.
hafifçe tebessüm ediyorum. bekliyordum! üzerine konuşmak ve kendine ait düşündüğü yetersizliği tam da o korkusunun olduğu yerde yenmek istiyor. kendine kanıtlaması gereken bir şey olduğunu düşünüyor. aleksi için önemli olan bir şeyi es geçemiyorum. bu da ilginç, diye düşünüyorum. az sonra söylemek istemediğim şeyler söyleyeceğim ve bakalım kelimeler hangi bellekten fırlayacak!
-yok yahu! ıvır zıvır işte. şuna bak! yirmi dört harflik ellinika. biz ne anlatıyoruz? sana düşüncelerimi açabilmek isterdim. aramızdaki anlatamamama ve anlayamama ilişkisinin nedeni sen ya da ben değil, şu yetersiz dil meselesi sadece. senin belleğinle süslenmiş kelimelerini o belleğe inemeden nasıl anlayabilirim?
oysa az önce onun korkusunu yine onun kelimelerinden çıkartmıştım. tuhaf. yine de konuşmaya devam etmeli. harfleri birbirine çarpıp sohbeti çekiştiriyorum.
-sen de benim belleğimden yoksunsun. anlaşmak mümkün mü değil mi bilmiyorum. sana ne düşündüğümü açıklayamam ama ne düşündüğüm hakkında bir ihtimal ipuçları verebilirim. bu ipuçları kendi beyin kıvrımlarında dolaşırken yapışkan bellek taneciklerini de üzerine alacak ve sana aslen söylemek istediğim şeyin uzağında, bambaşka bir şey gibi görünecek.
şarabı yavaşça kadehlere döküyorum. ona daha kolay bir çıkış vermeli. gözlerimi onun gözlerine döndürüyorum.
-pratik olan hayatta kalmak. şu devasa burnunu bile gözlerin görse de beynin görmüyor ha? hahaha! çünkü beynin için pratik olan bu. o devasa burnunun sürekli kadrajında olduğunu düşün. önünü göremezdin!
-siktir oradan! hahaha!
-diyeceğim o ki, yaşam bir esrarengizlik! bu esrarengizliği toptan çözmeye kalkışırsak asla bedenlerimizi yürütemeyiz. bazı soruların o anda bir yanıtına ulaşamıyorsak soruyu öylece bırakmak gerekir.
şaraplarımızı yudumluyor ve soruyu öylece bırakıyoruz.
2 replies on “aleksander ve birer kadeh daha”
Dil yetersiz ise neden hala çabalıyorsunuz?
Yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Başarılar.
çünkü bu soruyu öylece bırakıyorum.
çok teşekkür ederim!