güneş hala beni terk etmedi ancak kaçak sevgilim gece, güneşin gitmesini kapının ardında sessizce bekliyor. ikisini de seviyorum. sabaha karşı yola çıkacağız. güneşi bir sonraki görüşümde sarhoş olmak istiyorum.
bir şarap almak için dışarıya çıkıyorum.
bir tatil yöresi, hava tişörte uygun, yosun kokusu, çok insan.
bu kalabalık saatlerde gördüğüm her yeni yüzün kafamda uyandırdığı binbir düşünceyi kontrol altına alabilmek adına yere bakarak yürürüm. gazete büfesinin oradan sola dönüyorum. birisiyle omuzlarımız çarpışıyor. başıma gelebilecek en kötü şey, diye düşünüyorum. göz kontağı kurmamak ve özür dilememek olmaz. kimsenin yaralanmadığı veya ölmediği besbelli, fakat inşa edilen medeniyette özür dileme seansları şart. kafamı kaldırıyor ve olabildiğince isteksiz bir şekilde gözlerini arayarak en soylu özürlerimi iletmek üzere kendimi hazırlıyorum. bir kadın. oralı olmuyor ve yoluna devam ediyor. özür dileyemiyorum.
özür dileyemediğim için mutluyum. milyarlarca insanın çiftleşmesi ve sokakta başıboş gezmesi benim suçum değil. bu gazete büfesinin görüşümü kapaması benim suçum değil. oysa aklıma başka bir şey takılıyor.
milyarlarca insan, doğru. az önce bir tanesine çarptım. bu yedi milyarda bir olan örnek beni ilgilendirmiyor. rastgele bir kadın. bu düşünce beni kurcalıyor. belki de bir-iki saat sonra bir yerlerde ölecek, diye düşünüyorum o kadın için. acaba ismi nedir? o, şu gösterişli şapkası olan adam, trafik ışığında karşıya geçmek için yardım bekleyen yaşlı kadın. kim yahu bunlar? her birisi adımlarında ne kadar da emin duruyor. nereye gittiklerini biliyor gibiler. sahneme birer birer giriyor ve sonra da çıkıyorlar. sahnemden geçmelerinin de bir nedeni var mı?
birkaç metre sonra tekrar sağa dönüyorum, ardından terzinin yanından ilk sol. bu sahneden geçmeye örnek olarak aklıma büyük iskender geliyor. ege’nin bir ucundan hindistan’a dek, büyük bir sahne. yine de sahnesi bir şekilde bitiyor. dönem haritalarının çoğunu boyayan bu adam hayatında kaç kişiyi tanıyordu acaba?
telefonuma mesaj sesi geliyor. sağa dönüyorum. şu an epey kişi bana ulaşabiliyor. internetle beraber hatrı sayılır derecede insana ulaşabiliyorum, hatta büyük iskender’den daha çok insana. şu kadına ulaşamadım. bugüne dek tanıştığım ve kendime yakın hissettiğim insanları düşünüyorum, etrafımdaki insanları. böyle söylemekte çok haklı olduğumu fark ediyorum. bu insanlar yalnızca etrafımdaki insanlar. ya avustralya’daki orman bekçisi? onun nasıl bir hayatı vardır acaba? etrafımda olup bitenlerden nispeten haberdar olduğum otuz-kırk insan var. geriye kalan milyarlarcasının bana sunabileceği her şeyden mahrum, kendi çemberimde hapis yaşıyorum. bir başka çemberde başka düşüncelerim, başka standartlarım, başka alışkanlıklarım, başka ilişkilerim olacaktı. bunu nasıl unutuyorum? gerçi insan her şeyi unutur. bir kere daha sağa dönüyorum. gözlerimi art arda kırpıyorum. sahi, her şeyi unutuyor muyum? yavaşça merdivenleri çıkıyorum. sol elimi kapıya dayıyor, sağ elimle ceketimin cebinden anahtarı alıp kapıyı açıyorum. en merkez çemberimdeyim şimdi ve ellerimde şarap şişesi yok.
şarap almayı da unutmuşum. çarptığım kadının hayatı nasıl motiflerle bezeniyor şu an? benim yaşadığımın farkında mı? belki de az ileride öldü, diye sayıklıyorum.
telefonuma gelen mesajı hatırlıyorum. mesajda “bugün gelemeyeceğim. mesaiye kalmam gerekiyor. çok özür dilerim, işten çıkınca arayacağım.” yazıyor. görünüşe göre haftalardır planladığım yolculuk iptal oldu. normal şartlarda buna üzülmem, hatta biraz sinirlenmem de gerekirdi. şu an bunun sadece benim çemberimdeki ufak bir aksilik olduğunu kendime anlatıyorum. büyütmeye gerek yok.
yolculuk yoksa da sarhoş olabilirim. mutfaktaki çekmeceden elime tirbuşon alıyorum ve kapının etrafına bir süre bakınıyorum. şarabı unuttuğumu unuttum.
o kadın beni çoktan unutmuş olmalı.
belki de, diye mırıldanıyorum, unutmak hayatta kalmaktır. bu kıpırtısız çemberimize unutmayı dokumak şart. madem ki yaşam bizi bu çembere kapatıyor, öyleyse orayı göze hoş görünür şekilde düzenlemek gerek. çemberin ötesine uzattığımız düş fenerlerimizle orayı ısıtmalı ve aydınlatmalıyız, çünkü her an oraya hareket etme ihtimalimiz var. fakat günü rahatça devirmek istiyorsak çemberin ötesini unutmalıyız.
yaşam seyredilesi bir şey!
tekrar bir şarap almak için dışarıya çıkıyorum.
6 replies on “çember kaşifleri”
Gündeviren’i yeni keşfettim. Okuduğum ilk yazı bu oldu. Derinliği basit gündelik yaşama yedirme tarzı çok hoşuma gitti. Hemen diğer yazıları da inceleyeceğim. Siteyi sabitledim. Emeğine sağlık! 🙂
çok teşekkür ederim! bir şeyler bulabilmenize sevindim. sevgiler.
“belki de, diye mırıldanıyorum, unutmak hayatta kalmaktır.”
Çok güzel 🙂
çok teşekkür ederim! takip ettiğinizi görmek harika. sevgiler!
seslendirme çok tatlı olmuş. çok iyi düşünmüşsünüz. seslendirenler de profesyonel duruyor. tebrikler. takip etmesi çok keyifli bir hal aldı. böyle devam etmesi dileğiyle.
çok teşekkürler, keyif almanıza çok sevindim. büyük aksilikler olmadığı müddetçe devam edecek ve tüm yazılar seslendirilecek.