şehir merkezindeki saat kulesinde gördüğüm kadarıyla saat akşamüstü 4’e geliyor. ocak ayları genelde soğuk geçse de güneş bugün pek utangaç değil. yine de birkaç saat sonra özgüveni dağların ardına doğru düşecek, mağlubiyetini bulutlar gizleyecek.
geceyi geçirebileceğim yerleri kafamda kurcalıyorum. aklıma zen’in barı geliyor. en son oraya gittiğimde, ki yanlış hatırlamıyorsam bir cumartesi günüydü, ayakta durabileceğim bir metrekarelik yer olmadığını öne sürerek çıkarmışlardı beni. caddenin aşağısındaki lüks zara tenteleri altında, kirli ve yırtık giysilerimle yağmurdan kaçınarak uyumak durumunda kalmıştım. bir fotoğrafçı olsa, diye düşünmüştüm, iyi malzeme çıkardı. paçavralara sarılmış bir giyim mağazası figürü!
bir bira fena olmazdı. zen’in barı’na gitmeliyim. cebimdeki bozuklukları yokluyorum. birkaç mangırın yanı sıra bir de kibrit kutusu. bir fıçı biraya yetmeyecek, öyleyse biraz iş yapmalı. yoldan geçen ilk kişiden bir sigara istiyorum, beni umursamıyor. kolundan tutup “korkulacak bir şey yok, sakallarımı üşümemek için uzatıyorum!” demek istiyorum ancak bir önemi olmayacağının farkına varıyorum. herkesin hayatta kalmaya yetecek kadar önyargısı var. birisinin beni tehdit olarak görmesi beni alakadar etmemeli.
bulunduğum yerde doğu bilgeleri gibi bağdaş kurarak oturuyorum. gözlerimle etraftaki insanları süzüyor, onların ölü varoluşlarının tükürdüğü nefreti görmezden geliyorum. ben de nefret dolu muyum, bilmiyorum. tüm yaşantımı kaybederek sokaklara sürülmüş bir medeniyet parçasıyım. insanlar böyle görüyor. bense sokaklarda yaşantımı kaybetmeyi bırak, kazandığımı düşünüyorum. medeniyetin içindeki her şey kadar nefret doluyum.
ben bunları düşünürken karton bardaktan ses geliyor. elli cent. kendi statümü ortaya koyduğum mezatımız fena başlamadı. arttıran olacak mı diye meraklanıyorum. gözlerim batı yönünden gelen marius’a odaklı. ben hala bir doğu bilgesiyim.
marius bana doğru yürürken tavırlarını değiştiriyor. az önce başı dikti, şimdiyse biraz kamburunu çıkarıyor. sanki mahcup olmuş gibi kaşları inik. aslında şu an başının az önceki halinden çok daha dik olduğunu biliyorum. kendisiyle gurur duyuyor. bu kaş indirme hareketini de bilirim. gözler “iyi ki benim başıma gelmedi, şu perişan olmuş zavallıya bir bak!” derken kaşlarıysa gözlerinden çıkan bu galibiyeti ve gururu gölgelemeye çalışıyor. marius elini ceketine götürüyor, cüzdanından bir şeyler çıkarıyor. parayı bana uzatırken etrafa bakınıyor. güzel bir sahne, diye düşünüyorum, bir fotoğrafçı gerek. marius’un kel kafasında yeniden hayat bulan ışığı yok edebilirse oldukça dokunaklı bir fotoğraf olurdu. bu gösterideki tüm alkışları hakkediyor. oysa bu parayı almaya hak kazanmış olan beni kimse alkışlamıyor.
diyalektik meselesi gibi göremiyoruz. büyük olan, yanında küçümsenebilecek birisi varsa büyüktür. halbuki kimse küçük olanı tebrik etmez.
beş euro verdi. demek bu rastlantı bir beşliğe denk düşüyor. marius’u dört senedir tanırım, iyi bir broker. çok parası var. gitmeye yeltenirken ıslık çalıyorum. onu ıslıkla çağırmam sinirini bozuyor. işte, diye düşünüyorum, tüm yaşantısını bir ıslıkla yerle yeksan edebiliyorum. ıslığıma dönerek cevap verdiği için pişman gibi. sanırım kendisini hayvan gibi hissetti. bu eli ben kazanıyorum. hafifçe tebessüm ediyorum.
-beş euro almak benim gibi bir dilenciye yakışır ama senin gibi bir işverene bunu vermek yakışmaz.
bir kere daha alt ettim. elini tekrardan cüzdanına götürüyor. bir beşlik daha çıkarıyor ve uzatıyor. elinden aldıktan sonra bir kere daha tebessüm ediyorum. olayı hiç anlamadı.
-yine bir beşlik verdin, marius.
-toplamda on euro etti.
-hayır, marius. ilk beşliği aldıktan sonra o artık benimdi. sen şimdi bana sadece beş euro verdin.
hiçbir şey demeden arkasını dönüp yürümeye devam ediyor. şimdi üstlendiği bu mağlubiyetle birlikte kamburu eskisinden de belirgin ve bu sefer gerçek! sinirimi bozuyor bu kel herif.
-marius! saçlarını aptal kafandan uçup gitikleri için tebrik ederim!
ellerini cebine sokuyor ve adımları hızlanıyor. bu insanların saniyelik olaylardan mutsuz olmasının tek nedeni kendi budalalıkları, eminim buna. yaşamın basitliğine ve ölümün kesinliğine inanmakta güçlük çekiyorlar. bu insanlar bir şey olmak istiyor! birçok kurala bağlı olmak zorundalar. statüler, paralar, renkli aile tasvirleri, sinemalarda dönen pembe dostluk öyküleri! insanların öldükten sonra bir saat daha düşünebilmesini isterdim. herkes nasıl da pişman olurdu! boş hedeflere kurban edilmiş koca ömrü bir saat irdelemek cehennemin ta kendisi olabilirdi. insanların geçmişi aptallıklarla, geleceği hedeflerle dolu. şu an ise yalnızca meşguliyet! her hedef birer meşguliyete, sonraysa aptallık ve pişmanlığa dönüşüyor. bu zincirden kurtulmanın tek yolu ise doğumdan hemen sonra sana tepsilerde sunulan ve tek gayen buymuşçasına pazarlanan hedefleri ekarte etmek, diye düşünüyorum.
zen’in barı’na doğru yola çıkıyorum. bugün bira içmek istedim, içeceğim. sıcak bir yerde geceyi geçirmek istedim, geçireceğim. başka da hiçbir hedefim olmadı.
hemerobios, yani gündelik yaşayan
günışığında dilenir, karanlıkta dolanırım
yarın ne getirir beni ilgilendirmez
yarınki beklentilerimi sokaklarda bırakırım
bardan içeri giriyorum ve benden mutlu bir insan göremiyorum. sarhoşların masalarından sigara çalıyor, cebimdeki kibritle yakıyorum.
6 replies on “hemerobios”
sevgili gündeviren bu okuduğum en güzel romanlardan daha iyi bir yazı desem sanırım abartmış olmam.Keşke devamı olsa dedim içimden.Tebrik ediyorum
çok teşekkür ederim! aklımda hemerobiosla ilgili birkaç plan var. desteğinize minnettarım.
Bir romanı incelemek amacıyla rastgele bir sayfa açmış ve içinde kaybolmuş gibi hissettim. Nitekim devamı olsa sabırsızlıkla okurdum.
çok teşekkür ederim! romanlaşma ihtimali var, aklımda bir süredir kurguladığım bir kitap mevcut. yazmaya çok yakın bir zamanda başlayabilirim. desteğiniz için teşekkürler!
Her yazıda okuyucuyu bambaşka dünyalara götüren,kendimizi ve hayatı sorgulamaya iten bu oluşumun hak ettiği yerlere gelmesi dileğiyle. “Bir fotoğrafçı gerek”.
çok teşekkür ederim! gündeviren desteğiniz sayesinde büyüyor. bir kişiye bile ulaşıyorsa hak ettiği yerlerde dolanıyor demektir. eksik olmayın.