deri koltuktan gıcırtıya benzer bir ses geliyor. hızlıca arkamı dönüyorum ve koltuğa bakınıyorum.
-ne zaman geldin? hiç duymadım.
-beş dakika olmuştur. üstümü değiştirdim, kahve yaptım.
konuşma beni bir anda gerçek dünyaya sürüklüyor. yavaşça sandalyemde yarı-doğruluyorum ve yönünü vanessa’ya doğru çeviriyorum. sıkıcı günlük konuşmalara geri döneceğiz gibi. bu sırada az önce korkuyla koltuğa dönerken yere tütün çantamı düşürdüğümü fark ediyorum. onu eğilip almaya yelteniyorum.
-beş dakika oldu, hm? hoş geldin.
tütün çantamı masaya koydum. masaya koyarken üstünde dumanı tüten bir kahve görüyorum. kahve yaptığımı hatırlamıyorum.
-onu da mı fark etmedin?
-ben, bilemiyorum ki, kendimi biraz fazla kaptırmışım sanki.
-kaç gündür sende kaldığımı söyleyebilir misin?
o mesafeden göremeyeceği ümidiyle hafifçe yutkundum ve düşünüyormuş gibi rol yaparak göz ucuyla etrafa bakındım. bir şeyler arıyordum. çamaşır askısında bir bok yok, henüz çamaşır yıkamadığına göre anca bir-iki gün olmuştur, diye düşündüm. etrafta başka ipucu da bulamadım zaten.
-iki.
-…
-üç?
bilmiyordum.
-bugün geldim, lew. en son bir hafta önce görüştük.
-gelmene sevindim. üzgünüm, uğraştığım kitabı…
-kitabın umrumda değil artık. kendini ne hale getirdiğini görmüyor musun?
aniden doğruldu ve buzdolabına doğru gidiyor. eliyle buzdolabı üzerinde bir şeyler gösteriyor. bu bir yerden tanıdık geldi. birkaç şey daha göstereceğinden eminim.
-şu faturalar? köpeğine su veriyor musun? içeri girdiğimde nasıl üzerime zıplıyor, biliyor musun? tüm bu boşvermişlik ve hareketsizlik içinde canlı olan iki şeyden birisi o, onu da kale almıyorsun. diğer canlılık da şu tenceredeki küfler zaten.
-birazdan temizleyecektim.
-burası senin evin lew, ne yapıyorsan yap. canımı sıkan şey senin her şeyi, herkesi ihmal ediyor oluşun. bütün gün bilgisayara oturmuş, kimsenin ilgilenmediği tonlarca yazı yazıyorsun. burada elinin tersiyle ittiğin bir hayatın var, farkında mısın bunun?
kahvemden bir yudum aldım. bunu açıklamanın bir yararı yok, diye düşündüm. kaçtığım şeyi yaşarken kaçışımı nasıl anlatabilirdim vanessa’ya, bilemiyorum. yazdığım her şeyde kendime ve başkalarına ait olan peş peşe dünyalar kurduğumu; yaşamakta olduğum şu saçma anı bana yaşatmayan bir platform yarattığımı ve bu platformda da kimseye kendimi anlatmak zorunda olmadığımı ona nasıl anlatabilirim? hem de benden emrivakiyle bir açıklama isterken? gülümser gibi olduğumu fark edince hemen kendimi durdurdum. yanlış anlayabilir, diye düşündüm. aslında bahsettiğim de buydu. insanlar, açıklama bekliyor ve her şeyi yanlış anlayabiliyor.
-oysa yazılarımın bir ispata ihtiyacı yok.
vanessa’yı kafasını sallarken gördüm. az önce söylediğimi yüksek sesli mi söyledim, emin değilim. yavaşça fincanı bıraktı ve yatak odasına doğru yöneliyor. bu gece sarılıp uyumayacağımız aşikar. aptalca özür dilemem gerek. tuhaf! insanlar gerçekten ispat bekliyor ve bunları kendilerinde hak görüyorlar.
yavaşça sandalyemi masaya doğru çeviriyorum ve word dosyasına bakıyorum. vanessa’ya kendimi açıklamayı sonra hallederim.
oysa yazılarımın bir ispata ihtiyacı yok.
4 replies on “asılsız dünyalar”
Aşağı yukarı başladığından beri takip ediyorum. İnatla yazman çok iyi. Böyle devam et Gündeviren 🙂
teşekkür ederim! takipte olmanıza sevindim.
Epey sure sonra seni burada gormek tuhaf oldu. Yazilarini bir cirpida okuyup bitirdim. Tebrikler. Bir ara bana ulas lutfen.
teşekkür ederim. eğer düşündüğüm kişiysen yazmana şaşırdım. iletişim sayfasındaki mail adresimden ulaşabilirsin.